Profesörünün, meşhur muharririnin, politikacısının içi geçmiş kabaklar gibi her türlü fikir cevherini yitirdiği bu kafa kıtlığı devrinde, olgun gençlik kadromuzun en mümtaz örneklerinden Ali BİRADEROĞLU'na ait bu yazıyı bütün Batı dillerine çevrilmeye layık bir değer ölçüsüyle takdim ederiz.
Necip Fazıl KISAKÜREK
Meşhur komünist manifestosu, "Avrupa'nın başına bela kesilmiştir; komünizm heyulası." cümlesiyle başlar ve bütün Avrupa devletlerince bir güç olarak kabul edildiğini, bütün ülkelerin bu tehlikeyi önlemek için kutsal bir anlaşma yaptıklarına işaret ederek devam eder. Bu cümleleri 130 yıl önce yazanlar bugünü görselerdi herhalde hayret ederlerdi. Çünkü Komünizm Avrupa ile birlikte -teorisyen kehanetlerinin aksine- belki de daha çok, Avrupa dışındaki sanayileşmemiş, teknik bakımdan geri kalmış ülkelerde bir heyula gibi dolaşıyor. Bugün dünya üzerinde bu mitolojik canavardan korkup titremeyen ülke yok...
Uzun bir gelişim sürecinin sonunda, Birinci Sanayi Devrimi ile doğan yeni dünyanın meselelerini Batı'nın sahip olduğu değer sistemi ve kurumları çözebilecek güçte değildi. Böyle bir çalkantı içinde Batı'da yeni doğan problemleri çözebilecek yeni değerler vücuda getirilememesi bir yana, eski uygarlık kendi kendisiyle ve cesaretle hesaplaşıp kurumlarının doğru bir değerlendirilmesini yapabilecek yürekliliği bile gösteremedi. İçgüdülü bir savunma duygusu içinde, taassupla eski değerlerine yapışan Batı, içinde bulunduğu statüyü korumaktan başka bir gaye sahibi olamadan direndi, eski değerlerine sarıldı. Gerçi bu dönemde Batı'da bazı soylu sesler çıkmıyor değildi; fakat onlar da sadece Batı uygarlığı çöküşünün habercisi olmaktan ileri gidemediler. Marksın en büyük başarısı böyle bir durumda Kapitalist sistemin büyük çapta doğru bir değerlendirmesini, analizini yapabilmiş olmasındadır. Çürümüş, kokuşmuş bir düzenin doğru bir tahlilini yapmak, kendiliğinden ortaya çıkan boşluğu, masal unsurlarıyla bezenmiş, mistik, muhayyel ve doğması mukadder bir dünya ile kolayca doldurabilme şansını elde etmiştir. Her ne kadar Batı düşüncesi tarafından da Marksizm in doğru bir tahlili yapılarak, eski fikirler rafına kaldırıldığı söylenebilirse de, bu entelektüel planda yapılmış; Marksın hazırlop dünyasının yığın üzerindeki sihrini yok edememiştir.
Her şeyden önce Marksın kitleler üzerindeki etkisinin entelektüel plandaki yüksek fikir yoluyla olmadığı gerçeğini kabul etmeden problemi çözemeyiz. Eylem içinde bulunan, koca devletleri dehşete salan gençleri, bilgisizlikle, duygusallıkla suçlamak -bu tespit doğru dahi olsa- hiç kimseye onların eylemlerini basite alma, hafife yorma hakkını vermez. Gücünüz varsa, söyleyecek şeyiniz varsa, yapabiliyorsanız, gençliğin bu özelliklerinden ve zaafından siz de istifade edin! Çünkü saf felsefi problemlerden haberi olmayan, onlara aklı ermeyen o çocuklar dünyayı yorumlamak değil, değiştirmek gerektiğine inanıyorlar ve bu misyonun kendilerine ait olduğuna iman ediyorlar. Dünyayı değiştirmek için aksiyona katılan her kişinin düşünmesi, yüksek fikirlerle donanmış olması gerekmez. Bir veya bir kaç kişinin düşünmesi yeter. "Dünyayı güvercin ayaklarıyla gelen fikirler yönetir." Eylem için bilmek değil, inanmak lazım; bilgi değil iman gerek...
Marks yığın psikolojisini çok iyi bilen ve onun zaaflarını mükemmel bir şekilde değerlendirmiş bir kişidir. Yığının ana temayüllerini büyük bir ustalıkla yakalayabilmiştir. Bütün dış görünüşlerine ve özentilerine rağmen yığının istediği gerçekten siyasi ve idari özgürlük değildir. Çünkü o fantezi peşinde koşar; böyle bir imkanın gerçekleşmesini hiç bir zaman istemez, özgürlüğün getireceği yükü taşıma gücüne sahip değildir. Ona devamlı lafını ettiği, oyalandığı, sözde istediği özgürlüğü verdiğiniz anda ondan bıkacak, size baş kaldıracak, onu size iade etmeye can atacaktır. Yeter ki siz yine karar verme yetkisinin kendisinde olduğu masalını sık sık tekrar edin... Yığın kuvvetten hoşlanır ve daima sığınacağı kendi adına düşünüp karar veren, kendisi uyurken uyumayan; kuvvetli emin bir kucak arar. Marks bu umudu verebilmiş ve büyük çapta, yığını düşünme belasından! kurtarmıştır. İnsanın, iradesini çok az kullanmak zorunda kalacağı, sımsıkı zorunluluklarla çevrili, ilişkileri insan iradelerinden bağımsız olarak ekonomik faktörlerin belirlediği, insan bilincinin mensup olduğu sınıfa göre kendiliğinden oluştuğu bir dünya sunmuştur. Bu dünyanın tek eksiği, gerçek insan (yapıp eden, duyan, mutlu-mutsuz olan, tarih şuuruna sahip, bilen düşünen, bazen karar vermek zorunda olan, bio-psişik varlık) dan mahrum oluşudur. Yoksa her şey yerli yerinde!... Haliyle bu büyük eksiklik de sınırlı kişiler tarafından anlaşılabilmektedir. Bu konuda "büyük engisizyoncu masalı"nı özellikle hatırlatırım.
Batı uygarlığı; Rönesans, Reform ve Aydınlanma ile yavaş yavaş bütün kutsal değerleri ve varlıkları dünyadan kovdu, sürüp çıkardı. Fakat ortaya çıkan toplum tablosu kendisinin de ödünü kopardı. Batı uygarlığının hali Marks'ın Sismondi'den aldığı şu örneğe benziyor: Büyücü çırağı ustasının olmadığı bir anda, artık sanatı öğrendiği kuruntusuna kapılarak, ustasının zincire vurduğu bütün kötü ruhları serbest bırakır; fakat sanatı iyi öğrenememiştir, onlara hakim olamaz. Batı; bazı kurallar tarafından zincire vurulmuş ne kadar kötülük varsa akla ve ilme güvenerek hepsini serbest bıraktı. Fakat hikayedeki çırak gibi ortaya çıkan önceden tahmin edemediği duruma hakim olamadı. Daha feci, her şeyi öyle yıktı ki, bir "iyi" ve "kötü" bırakmadı, değer yargılarının hepsini kökünden yıktı. İşte Marksizm in yayılış sırlarından biri, bu kötü ruhlara hakim olma, yeni değerler getirme vaadi ve umududur ki bunun sahte bir çözüm olduğu çok açık olsa dahi tesiri inkar edilemez.
Kısacası Marksizm; hem ona karşı olanların, hem de taraftarlarının empoze etmek istediği gibi bir heyula değildir. Yayılışının bazı objektif sebepleri vardır ki, biz bu yazımızda dikkatleri özellikle şu nokta üzerinde toplamak istiyoruz: Marks’ın kitle üzerinde etkili olmasının en önemli sebebi; eski değerlerin hızla yıkıldığı, yeni değerlerin ise asırlardır doğum sancıları içinde kıvranmasına rağmen bir türlü doğmadığı, insanların makinenin bir dişlisi haline geldiği bir dünyanın bütün kurum ve değerlerine kesin bir şekilde baş kaldırmasında ve aynı dünyanın mutsuz, hafakanlar içindeki insanına umut kaynağı olabilmesindedir. Dolayısıyla açık veya gizli, şu veya bu sebeple kurulu düzeni savunan, bu düzenin bütün bozukluklarına hiçbir tedbir sahibi olmadan sırf ötekinin gelmemesi için bazı, kendi doğrularını radikal bir biçimde, cesaretle ortaya koyamayanların, bu heyulanın sihrine kapılanlara ve kapılacak olanlara, yeni bir dünya özlemi içinde yananlara söyleyecek sözleri yoktur.
Giden gitmekte, çöken çökmekte; komünizm ise pratik bir deha ile bundan faydalanmakta, fakat gelenden, gelmesi gerekenden henüz bir haber belirmemektedir.
Bu sır, davamızın en ince noktası ve inşamızın ana direği olarak ele, dile ve harekete geçirilmelidir.
BÜYÜK DOĞU, 29 Mayıs l978, 34. Yıl, l6. Devre, s.7.