Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
SORUŞTURMA (ŞİA)
Prof. Dr. Serdar DEMİREL
İbni Haldun Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi
İki ekolün ayrışma noktaları hem usûlde hem de füruuda yaşanmaktadır. Ama asıl ihtilaflar ve önemli olanlar usûldedir: Velayet meselesinde, dinî referans kaynaklarında, tarih tasavvurunda, sahabe perspektifinde iki ekol derinden ayrışmaktadır. Bu hususlar da dönüp itikadı, fıkhı, ahlâkı, ibadetleri ve siyaset idrakini şekillendirmektedir. Bir diğer ifade ile iki ekol arasındaki farklar öncelikle ana meselelerde yani Usûlû'd-din'dedir. Usûldeki ihtilaflar da füruu dediğimiz diğer meseleleri şekillendirmektedir.
İki ekolün ortak bağlayıcı müracaat kaynağı Kur'an-ı Kerim'dir. Bu ortak merci bile Şia ekolü içerisinde problemli bir alanı oluşturmaktadır. Şöyle ki, Caferî mezhebi Usûlcüler (el-Usûliyyun) ve Haberciler (el-Ahbariyyun) diye iki büyük fırkaya ayrılır. İkinci grubun önemli bölümü Kur'an-ı Kerim'in tahrif edildiğine inanır. Dolayısıyla bunlarla bir uzlaşma zemini bulmak mümkün değildir. Ancak ilk grup Kitab'a yaklaşımda diğerinden farklıdır. Bunlarla Kur'an üzerinde ittifak ettiğimizi varsayalım. Ancak hem bunlarla hem de el-Ahbariyyun fırkasıyla Hadis üzerinde ittifak etmemiz maalesef mümkün değildir. Hadisin tanımında, sahih olan rivayetlerle sahih olmayanları ayırt etmede kullanılan yöntemde, rical ilmi vb. önemli konularda Ehl-i Sünnet'le kesinlikle uyuşmazlar. Bunun rivâyetleri kabul ve ret etmede ne kadar belirleyici olduğunu unutmamak gerek. Meselâ hadisin tanımını ele alalım.
Hadis; Ehli Sünnet'e göre, adâlet ve zabt sahibi râvîlerin, yine aynı durumdaki râvîler vasıtasıyla Hz. Peygamber'e kadar ulaşan kesintisiz bir râvî zinciriyle rivâyet ettikleri, şâz ve illetli olmayan söz, fiil ve takrirattır.
Ancak Şia'da hadis; Hz. Peygamber, kızı Hz. Fatıma ve 12 İmam'a nisbet edilen söz, fiil ve takrirattır. Yani hadis dediğimiz şey, Hz. Peygamber'den gelenler hariç, aynı değildir. Şia ve Ehli Sünnet arasında en temel ayrılık noktası "Velayet" inancıdır. Diğer sayacağımız bütün ihtilaflar bir şekilde gelip bu meseleye dayanmaktadır. Caferîler; 12 imamın masum olduğuna inanırlar. Bunlar Hz. Ali, Hz. Hasan b. Ali, Hz. Hüseyin b. Ali ve Hz. Hüseyin'in soyundan gelen 9 imamdır. Sonuncusu ise İmam Mehdi diye inandıkları Muhammed b. Hasan el-Askerî'dir (260 h). Bu oniki imamın söz, fiil ve takriratı dindir. Hadis zemininde ortak merci Hz. Peygamber iken 12 İmam tamamen Şia'ya has masum ve dolayısıyla bağlayıcı dini kaynakları teşkil ederler. Şia hadis literatürüne biraz bakanlar bu kaynaklardaki hadis rivâyetlerinin yüzde 90'dan fazlasının bu imamlara ait olduğunu göreceklerdir. Bu da iki ekolü bu imamlardan gelen hükümlerde ayrıştırmaya yetmektedir. İmamlardan geldiği kabul edilen rivâyetler Tefsir, Fıkıh, Ahlâk alanını dâhil topyekün din tasavvurunu belirlemektedir. Din idraki tamamen bunun üzerine kuruludur.
Tarih algısına gelince; Şia önce bir tarih algısı inşa etmiş, sonra da tarihsel olguları bu algıya göre izah etmiştir. Sahabe arasındaki ihtilaflar, ilk üç halifenin seçilmesi, Cemel ve Sıffin savaşları tarihsel gerçeklere göre değil,velayet inancına göre yorumlanmıştır. Bu yorumu destekleyen birçok rivâyetler uydurulmuştur. Uydurulan rivâyetlerle de Şia kendisini ilk dönemde konuşlandırmaya çalışmıştır. Bu algının bir gereği olarak da sahabe dışlanmıştır.
Şia'nın tarih içindeki söylemleri ile bugünkü söylemleri arasında özde bir fark göremiyorum ben, Zira Şia'nın dinî kaynakları, itikat, ibadet ve ahlak sistemi ortaya çıktığı ve sistemleştiği günden beri değişmemiştir. Farklı olan, farklı konjonktürlerde farklı tavır almalarıdır. Genişleyerek gelen bir fıkıh var. Yeni güç dengeleri içinde yeni strateji ve taktikler geliştirme yeteneğine sahip bir fırkadan bahsediyoruz sonuçta. Bir diğer ifade ile farklı olan, yeni meselelere dair Şia'nın kendi perspektifinden geliştirdiği yorumlardır. Ama bunların meselâ Şia'nın olmazsa olmazı olan ‘’imamet inancına’’ bir etkisi yoktur. İmamet inancı değişse ortada Şiilik kalmaz zaten. Meselâ Şia'nın çok az sayıdaki kişiyi saymazsak Sahabe'yi tekfir eden duruşunda dün ve bugün arasında bir fark yoktur. Bu durum da dün olduğu gibi bugün de Şiîlerle Sünnileri bölen, aradaki gerilimi canlı tutan bir meseledir.
Şiîlik içi reformist çizgiyi takip eden bazı aydınları işaret ederek Şiîliğin değiştiğini iddia etmek gerçekleri yansıtmaz. Meselâ Ali Şeriati, Şiîliğin geçen yüzyılda taşıyıcı ulaması tarafından reddedilmiştir. Aynen Sünnilik içi reformist çizgiyi ekip edenlerin Sünniliği temsil etmedikleri gibi Şeriati ve Süruş gibiler de Şiîliği temsil etmez. Bunlar ancak kendilerini takip eden az sayıdaki kişileri etkileyebilirler, Şiîliğin kendisini değil.
Ben Şiîliğin bu tarz aydınlar üzerinden yola çıkılarak okunmasını yanlış bulurum. Şiîliği öncelikle kaynakları, Usûlü ve temsil makamındaki uleması üzerinden okumak gerek. Sünniliği kendi temel referans kaynaklarından, kendine has Usûlü ve temsil makamındaki mezhep imamları üzerinden okumak gerektiği gibi. Çünkü Şiîliğin temel referans kaynakları dün olduğu gibi bugün de Şiî algısını oluşturmaktadır. İran’daki Kum ile Irak'taki Necef, Kerbela gibi ilim havzalarında hâkim olan eğitim sistemi de bu geleneği takip eder. Şiîler tarih içinde güçsüz oldukları dönemlerde takiyye geleneğine sıkı sıkıya bağlı kalmışlardır. Takiyye de daha çok Ehli Sünnetle karşı yapılan bir uygulamadır. Şiî hadis ve fıkıh geleneğinde takiyye dinin olmazsa olmaz öğretilerinden kabul edilir. Bu da size karşı söylenen sözün hangisinin takiyye bağlamında hangisinin hakikatin ifadesi olarak söylendiğini anlamanızı zorlaştırır. Ancak güç elde ettiklerinde ise açıktan meydan okumaktan çekinmezler. Bunu Safeviler döneminde görebilirsiniz. Bunu bugünün yakıcı realitesinde de görebilirsiniz. Meselâ İran'ın siyasi tavrı, Şiî ulemanın duruşu ve bahusus Suriye meselesi bunu gösterir.
Bu soru bağlamında bir şeye daha değinmek isterim. Siz, Şiîler derken Oniki İmamcılar taifesi olarak bilinen İsna Aşeriyye fırkasını kastediyorsunuz Bugün İran ve Irak'taki hâkim fırkayı. Bu fırka tarihte çok farklı isimlerle anılmıştır. Konjonktüre göre yeni isim alıp eski ismi bırakabilmiş bir fırkadır bunlar. Meselâ bir dönem "Rafızi", "Kızılbaş" gibi isimlerle anılmış ve bunda bir beis görmemiştir. Ancak bu tür kavramlar geniş Müslüman kesimlerin zihin dünyasında kirlenince onlardan vazgeçmişlerdir. Bugün de kendilerini daha çok EhIi Beyt Medresesi" olarak isimlendirmeyi tercih etmekteler. Zira "Ehli Beytn kavramı bütün Müslümanların ortak değerlerinden birisidir. Her ne kadar Ehli Beyt'e yüklenen anlam ve bunun çerçevesi farklı da olsa Müslümanların bu sevgisi bu fırkanın kendisini daha geniş kitlelere kabullendirmek için kullandığı konjonktürel bir taktiktir.
İran İslâm Devrimi 34. yılını idrak ediyor. Bugün Devrim’in yetiştirdiği bir nesille karş karşıyayız. Devleti tepeden tırnağa devrimi gerçekleştirenler ve onların yetiştirdiği nesiller yönetiyor. Bugünkü neslin kusurlarını kimse Şah dönemine yükleyemez. Bu neslin algı dünyası, yaşam tarzı tamamen devrim sonrası İran realitesinde ve eğitim kurumlarında şekillenmiştir. Beklenilen, devrimin değerlerini içselleştirmiş bir neslin ülkede hâkim olması idi, ama İran'ı ziyaret eden her insanın görebileceği gibi vakıa hiç de öyle değil. Devrimin ilk yıllarında düşü kurulan o altın nesil yetişmemiştir. Farklı alanlarda başarılı olsa da insan yetiştirmede başarılı olduğu söylenemez. İran halkının çoğunluğu dindarlığı light kıvamda yaşamaktadır. Dindarlar ise genel manada Caferîliği dinin kendisi olarak algılamaktalar.
ilim, fikir ve irfan sahalarında da Devrim başarılı sayılmaz bana göre. Devrimin yetiştirdiği dünya çapında düşünürler, âlimler gösteremezsiniz. Hâlâ sahada olanlar Devrim öncesi yetişmiş kadrolardır.
İran Devrimi, İslâm adına yapılmış bir devrimdir. Bu yüzden de yapıldığında Müslüman dünyada büyük heyecan uyandırmıştır. Anayasasına; "İran İslâm Cumhuriyeti" yazarak İslâm'ı en üst bağlayıcı meşru kaynak göstermiştir. Ancak kendisini yine anayasada "Caferî mezhebine bağlı" olarak göstererek bu mezhebi İslam'la eşdeğer kılmıştır. Bununla hem Ehli Sünnet’i itmiş hem de Müslüman dünyayı küstürmüştür. Devrim'in meydana getirdiği heyecan, anayasaya yazılı bu kuralın devlet politikalarına yansımasıyla zamanla zayıflamış, sonra da önemli ölçüde öfkeye dönüşmüştür.
Kendi ulus-devlet çıkarlarını Ümmet'in maslahatlarının önüne geçirmiştir. Suriye'de Ehli Sünnet çoğunluk karşısında gulat Nusayrî fırkasını, Azerbaycan-Ermenistan çatışmasında Ermenistan'ı, Irak ve Afganistan'da Sünniliğin aleyhine politikalar gütmesini "İslâmî maslahat"la değil, ulus devlet çıkarlarıyla açıklayabiliriz ancak.
Afganistan'da Taliban hükümetini, Irak'ta Saddam rejimini yıkan ABD, İran'ın muhaliflerini bertaraf ederek onu bölgenin oyun kurucularından biri kılmıştır. Afganistan'dan başlayan ve Lübnan'a kadar uzanan Şiî hilali ABD olmadan kurulamazdı.
İran, Sünni coğrafyada İslâmî esaslara bağlı devletler görmek istemiyor. Çünkü Sünnî reflekslere sahip bir devlet oluşumunun, İran'ın millî ve mezhepsel perspektiften kurduğu stratejik çıkarlarıyla fazla uyuşmadığını düşünüyor.
İran Devrimi'nin başarısı, Şiîliğin güçlenmesi ve nüfuz gücünü genişletmesi olarak gösterilebilir. Doğrudur, Şiilik adına bu kazanç olarak gösterilebilir ama ümmet adına kazanç gösterilebileceğini sanmıyorum.
Sünni ve Şiilerin ihtilafa düştükleri inanç sistemlerinde, dinî referans kaynaklarında ve fıkıh anlayışlarında bir birliğin sağlanamayacağının altını özellikle çizmek isterim. Bu, çatışmaları gerekir manasına kesinlikle gelmez. Bu meyanda bir birlik arayışı, ya Şiîleri Sünni olmaya ya da Sünnileri Şii olmaya davet manasına gelir. Bu ekollerden hiç birisi böyle bir şeye yanaşmaz, Yanaşamaz. Bütün tarihimiz bunun kanıtıdır. Böylesi bir birlik zorlaması çatışmayı da beraberinde getirir. Ancak bölgemizin geniş maslahatları perspektifinden ekonomik ve siyasi işbirliği içine gidilebilir, Yani farklılıklar korunarak siyasi ve ekonomik müşterek maslahatlarda bir birlik sağlanabilir. Meselâ İsrail'e karşı ortak bir siyaset geliştirilebilir. Bunun da olması için Şiîlerin Sünnilerin çoğunlukta olduğu coğrafyalarda Sünnilerin aleyhine bir ittifaka girmemesi gerekir, Suriye'de olduğu gibi, Sünnilerin kutsallarına ve sahabeye hakaret etmemesi gerekir.
Sünniler genel manada Şiîlerin önem verdiği, saygı duyduğu tarihî kişileri severler; Ehli Beyt üyelerini meselâ. Onlara asla hakaret etmezler. Ancak Şiî kaynaklarında ve günlük pratiklerde Hz. Aişe’ye, üç halifeye ve diğer sahabelere fazlasıyla hakaret vardır, Bu da yakınlaşmayı engelleyen faktörlerdendir.
Ayrıca İran'ın Sünnilere karşı iyi niyet taşıdığını göstermesi gerekir. Meselâ İran Sünni vatandaşlarına Şiîler kadar haklar vermeli, eşit davranmalıdır. Tahran gibi 1 milyona yakın Sünni'nin yaşadığı bir şehirde resmi olarak bir tane Sünni caminin bulunmaması bu vahameti anlatmaya kâfidir.
İran bir birlik istiyorsa eğer, Sünnilerin çoğunlukta olduğu ve hatta tarihsel olarak Şiîlerin hiç olmadığı Malay takımadaları gibi yerlerde Sünnileri Şiîleştirme çalışmalarına son vermelidir. Zira bunlar haklı olarak büyük kızgınlıklar oluşturmaktadır, Şia kaynaklarında ve Şiî toplum algısında Ehli Sünnet, "mezhebu'l-cumhur” yani çoğunluğun mezhebi diye küçümsenir. Tarihte Ümmet içinde, bir diğer ifade ile Sünnilik karşısında hep azınlıkta kalmış bu fırka dün olduğu gibi bugün de azınlık psikolojisiyle refleksler göstermektedir. Bu psikolojiyi aşmadan Sünnilerle hakiki ilişkiler geliştirmesi hayli zordur.
Son olarak şunu söylemeliyim; İran ulus-devlet çıkarlarını İslâmî prensiplerin önüne geçirmeye devam ederse bu, uhuvvet yerine mezhep çatışmasını getirir. Oysa bölgemizin bir çatışmaya değil uzlaşmaya ihtiyacı vardır.
Rıhle Dergisi-Aralık 2014, Yıl:5, Sayı:18, Sayfa:79
Mustafa Kanlıoğlu
|
|
Mustafa Kanlıoğlu
|
|
Mustafa Özer (özer Koç)
|
|
Ahmed ceemal El Hamevi
|
|
Prf.Dr.Serdar demirel
|
|
N.Mehmet Solmaz
|
|
Mustafa Özer (özer Koç)
|
|
Mustafa Miyasoğlu
|
|
Mustafa Ekinci
|
|
Galip Boztoprak
|
|
Şeyma Kısakürek Sönmezocak
|
|
Mustafa Kanlıoğlu
|
|
Mustafa cabat
|
|
Ebubekir Sifil
|
|
Ali Biraderoğlu
|
|
İbrahim Ulueren
|
|
Mustafa Özer (özer Koç)
|
|
Ali Biraderoğlu
|
|
Mustafa cabat
|
|