Dursun Çiçek'in Kompozisyon Yarışması Ödül Törenindeki Konuşmaları
O ADAM
(NECİP FAZIL) /Dursun ÇİÇEK
Herkesin kendi zaviyesini ve kendi konumunu meşrulaştırmak için, indirgemeci, tanımlamacı bir mantıkla yorumlamaya çalıştığı, gördüğü, görmek istediği o adam; yani Necip Fazıl!!
Bir insanı kendi yapan onun niyeti, gayesi ve bu minvalde ortaya koyduklarıdır. Öyleyse onu niyetinden, gayesinden ve ortaya koyduklarından tecrit ederek anlayamazsınız..
Necip Fazıl’ın dünyaya geldiği ve ilk eserini verdiği yüzyıl modernitenin ve pozitivizmin bir din gibi eşya ve hadiseleri kuşattığı, toplumları belirlediği ve insanları insan olmaktan çıkardığı bir yüzyıldır. Rönesansla birlikte batıda evrenden kovulan “Tanrı”nın yerine “akıl” ve “bilimin” tanrısallaştığı ve dinselleştiği dönem.. Geleneksel olan ne varsa hepsinin örümcek ağı yaftasıyla nitelendirildiği, aşağılandığı horlandığı bir dönem.. Ancak batıda cins kafaların, fikir namusuna sahip haysiyetli insanların farklı sesler çıkardığı, Spenglerin Batının çöküşünü haber verdiği bir dönem.. Necip Fazıl’ın kendi ülkesinde ise koskoca bir tarihin ve medeniyetin, bir toplum ve millet hafızası olmaktan çıkarıldığı, yok edilmeye çalışıldığı bir dönem.. Diğer deyişle dini örümcek kafalılıkla niteleyen batı modernitesinin, pagan, Allahsız, behimi kaygılarından başka hiçbir değer üretemediği, kendi “Tanrı”sını bile kendi yaratan kendi tapan, bir örümcek ağı gibi tüm dünyayı ve insanlığı kuşatan, karşı çıktığı karanlıktan daha karanlık ve zifiri bir dönem. Ve Necip Fazıl’in ilk eseri.. Örümcek Ağı..
Batı modernitesini iliklerine kadar yaşayan ve onun kendisine dayattığı ve sunduğu sahte oluşları ve cennetleri asla ve asla kabul etmeyen, bunun insani anlamda insanı tüketen, ruhundan, kuralından ve kutsalından soyutladığının bilincinde olan, modern insanın eşya ile ruh ile ilişkisini, gerilimini anlattığı Kaldırımlar.. Kaldırımlar sadece yalnız insanların değil, ruhunu yitirerek yalnızlaşan modern şehirlerin de hikayesidir.
Ve sıradan insanların egemenliğini öylesine görüyor ki o yaşlarda, bir cennet tasviri ve bir inanç biçimi olarak sunulan batı bilim ve teknolojisinin ne kadar sömürücü ve tüketici olduğunun o kadar bilincindedir ki, yok olan, kaybolan, tükenen, gölgesi olmayan, ruhu olmayan başsız başsız insanların oluşturduğu toplumu tasvir edercesine her şeyi paranteze alıyor.. Ben ve Ötesi.. Allaha kul ve teslim olma şuurunu bilemeyen ve Allahtan başka her şeye teslimiyetle bağlanan bir kafanın buradaki “Ben” kelimesini enaniyet olarak nitelemesi ise Üstadın kastettiği başsızlığa müthiş bir delil..
1935’te artık bir Tohum kaygısındadır.. Tohum kıpırdamakta, toprak, tarih ve fikir sancılanmaktadır.. Yok edilen insanı görmektedir. Nietzsche’nin batıda “Tanrı öldü onu siz öldürdünüz” sözünün adeta bir devamı olarak modernitenin insanı öldürdüğünün bilincindedir. Batının sahte tanrılarına karşı kendisi adeta onların tek mümkün ve alternatifsiz kabul edilen yöntemlerine ve dünya görüşlerine başkaldırırcasına biraz da ironik bir biçimde Bir Adam Yaratma’ya kalkar... Necip Fazıl’ın yolu bulduğu, hakikati bütün çıplaklığıyla gördüğü eser.. Batı insan yaratmaya kalkarak “Tanrı”yı yok etti, tabiatı “Tanrısızlaştırdı” ve insanı ruh boyutundan kopararak insanı yok etti. Necip Fazıl ise bir insan yaratmaya kalkarak iliklerine kadar yaratanı tanıdı ve kulluk bilincinin en üst noktasına çıktı.. Bir Adam Yaratmak Necip Fazıl’ın teslim olmadan teslim alınamayacağını haykırdığı, 20. Yüzyıl Müslümanlarına, Batı modernitesi karşısında nasıl bir tavır ve duruş sergileyecekleri, nasıl bir yöntem geliştirecekleri konusunda önemli ve eşsiz bir yöntem sunar..
Necip Fazıl batı düşüncesini ve moderniteyi sırf reaksiyoner bir biçimde eleştirmenin onu daha da güçlü kılacağının bilincinde Bir Adam Yaratmak’la başladığı yöntem arayışını Tasavvufla müşahhaslaştırır.. Ona göre batının felsefesine inat Müslümanların antik yunan felsefesinin istilası dönemlerinden itibaren yitirmeye başladığı tefekkür, teemmül, tezekkür, hikmet, kültür, sanat ve medeniyet boyutu olan tasavvuf olmadan kurtuluş ve kendini muhafaza ediş imkansız.. Ama O şunun da farkındadır ortalık sahte şeyhlerden, hokkabazlardan geçilmemektedir.
Abdülhakim Arvasi’den başlayarak Efendimize kadar süren bir yolun tortularını, taşlarını, tozlarını, eklentilerini bertaraf etmeye başlar.. Cenneti gelecekte ve ileride tasvir eden Batı modernizmine ve yeni dindar taslaklarına inat geriye doğru gitmeye başlar.. Çünkü Batı düşüncesinin ilerlemeci tarih anlayışının sonucu olarak zaman ilerledikçe müreffeh olacağız, mutlu olacağız ve cennet gibi bir dünya kuracağız anlayışını, batı teknik ve medeniyetine meftun olan ve bunun karşısında imanı sarsılıp, bu süreci meşrulaştıran tüm dindar kesimlere karşı, “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diyerek, bizim asr-ı saadetimizin geride olduğunu, peygamberimizle birlikte başlayan sürecin kıyametin başlangıç süreci olduğunu yani asr vakti olduğunu haykırmış, gerici, mürteci, yobaz damgalamalarını peşinen gururla kabul ederek sabır, niyaz ve namazla kıyametin kopuşunu beklemekten başka bir çaresinin olmadığını belirtmiştir. Ona göre kıyametin en büyük alameti olan güneşin batıdan doğması gerçekleşmiştir. Öyleyse Müslüman insana düşen görev çağının zamanının ve mekanının bilincinde olarak inançlarına ve değerlerine yabancılaşmadan, sabr, niyaz ve namazla vakti beklemektir.. Ve tek yol vardır o da Resulun yolu.. Gerisi angaryadır..
Moderniteyi dünyanın ikinci kez çölleşmesi olarak, çoraklaşması olarak kabul eden Necip Fazıl komik üniversitesinin, hokkabaz profesörünün, reformcusunun, sahte sofisinin, marka müslümanının, nefsani tefsircisinin ve müçtehit taslaklarının Müslümanları acımasızca kuşattığı ve batılı modern din anlayışını meşrulaştırdığı bir hengamede, Çöle İnen Nur’u yazar.. Aydınlanma sonrası İslam dünyasındaki özellikle dindar ve hatta ilahiyatçı kesimlerin adeta Peygamber mertebesinin üstünde gördükleri aydın ve filozof imgesini tepetaklak edercesine risaleti ve nübüvveti çölleşen dünyaya yeniden sokar.. Çünkü modern dünya çöldür ve bu asr vaktinde müslümanca sabretmemizin yolu ve yöntemi risalet ve peygamberdir.. Epistemolojik imanların dillendirildiği bu süreçte o, batı düşüncesine ait sıradan bir kavramı bile “parantez”e alma asaletini ve soyluluğunu gösterir.. Balı kavanozun camından yaladığının farkında olmayan kendi deyimiyle gazeteci yazar ayak takımının yarım oluşlar bağlamında yoldaki en büyük engeller olduğunu belirtir.. Modern çağ vahyin ve risaletin iptal edildiği, Tanrının bile rasyonelleştirilmeye çalışıldığı bir çağdır. Necip Fazıl da yaşadığı çağın Gazali’sidir ve aklın hakkını teslim ederek, peygamber tavrı olmadan eşya ve hadiselerin anlaşılamayacağını haykırır..
Sahte Kahramanları bir bir sıralar, batının bize dayattığı tarih anlayışını İbrahimi bir nefesle birer birer parçalar.. Korkaklık en büyük yanılgıdır diyerek, Abdühamit der, Vahdettin der, Osmanlı der, Sahabe der, Ehli Sünnet der, Peygamber der ve Allah der.. Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu ile batının muhasebesini yaparken, İslam tasavvufu ile Müslümanlara bir yöntem dersi verir. Batının fetişleştirildiği kutsallaştırıldığı bir bağlamda Büyük Doğu der.. İman olmadan Aksiyon olamayacağını haykırır.
Asıl inkılap ve ihtilalin, modern dönemde hakikati haykırmak olduğunu belirterek, tüm gösterisine, imajına ve nüfuzuna rağmen batı insanının buhranını da fark ederek Dünya Bir İnkılap Bekliyor der.. Kainatı, evreni, eşya ve hadiseleri nübüvvet ve risalet penceresinden görmeye çağırır insanları.. Tüm sahte ve hokkabaz aydınlara, profesörlere, din adamlarına karşı, Yunus der, İbni Arabi der, Gazali der, İmam Rabbani der..
Hz. Ömerin öfkesini, Hz. Osmanın hilmini, Hz. Ali’nin ilmini ve kalemini ve Hz. Ebubekir’in imanını, sıddıkiyetini müşahhaslaştırır. Modern değerleri hayatının temel ölçüsü yapanlar karşısında Allaha ve Resulüne Ebubekirce bir imanın yeniden diriltilmesini müslümanın gönlünde tecellisini ister.. Çünkü bize dayatılan aynada gösterilen bir illüzyondan bir yanılsamadan bir yalandan ibarettir.. Antik Yunan’ın ilk istilası ile yitirdiğimiz, Gazali ve İbni Arabi ile biraz olsun farkına vardığımız, ve sonra yeniden yitirdiğimiz İmam Rabbani ile bir kez daha hatırladığımız risaleti, peygamber tavrını merkeze koymadıkça, doğru yolda sapmalardan, sürçmelerden, zihni kaymalardan kurtulamayacağız..
Ona göre Müslümanlar kardeşleri tarafından yılanlı bir kuyuya atılan Yusuf konumundadırlar şu an.. Çünkü öylesine kuşatılmışlar öylesine tecrid edilmişler ki hakikatin üstü sahte gerçeklerle örtülmüş durumda.. Ona göre bugün Markası Müslüman olanlar müşriklerin Efendimize gelip sundukları ama Efendimizin reddettiği uzlaşma teklifini kabul etmişlerdir.. Güneşi ve ayı sağ ve sol ellerine alabilecek hafızaları kalmamıştır. Hızla ve süratle batı modernitesinin değer yargılarını, hayat biçimini, iktisadi anlayışını, dünya görüşünü meşrulaştıran ve bunu da gücü elinde bulundurduğu vehmiyle yapan insanlar konumundadırlar. Necip Fazıl’a göre modernitenin örümcek ağına karşı, ideolojik örgüsü olmayan bir insanın yapabileceği hiçbir şey yoktur.. Öyleyse yapacak şey en azından sabır ve niyazla elinde, başucunda bir ilmihal bulundurma şuurunu yitirmemektir..
Son dönemlerde din adamlıkları, aydınlıkları, mütefekkirlikleri kendilerinden menkul, fikir namus ve haysiyetinden yoksun, çevresindeki kuru kalabalıkları kendi meşruluklarına delil sayan, keyfiyetin değil kemiyetin davasında olan, bütün dertleri batının yükselen değerlerine göre bir din yorumundan ibaret bazı başsız başsız adamların önlerinde engel olan Necip Fazıl’la ilgili kalemleri ve dillerinin ishal olduğunu görüyoruz.. Saçmalamayı eleştiri zanneden bu tipler keşke fikir sahibi olsalar da bir kritik geleneği geliştirebilseler.. Necip Fazıl elbette bir insandı.. Kendi öz eleştirisini yaparken bile hatam deham çapındadır diyen Üstadın insani zaaflarını bugün edepsizce istismar edenlere diyoruz ki Necip Fazıl ancak bir insandı ve insani zaafları olan bir adamdı, o sizin gibi İslami zaafları olan bir adam değildi..
Allah rahmet eylesin..