Duyurular

Üstad Necip Fazil KISAKÜREK in vefatının 42.senei devriyesi münasebetiyle vakfımızda (24/05/2025)Cumartesi günü saat 16:30 da yapılacak olan hatim duasına Tüm Gönüldaşlarımız davetlidir.


Başbuğ Velilerden 33

 

Ezelle ebed arası Allah'a doğru giden evliya kervanları arasında en şanlısına ait 33 kolbaşılı "Altun Halka - Silsile-i Zeheb" çerçevesidir ki, keyfiyet ölçüsüyle temel sayısını, bütün kainat gibi O'ndan alır.


«Velîler Ordusu» kitabında hayatı anlatılan 333 Velînin içine, «Bir» sayısını Allah Resulüne verdikten sonra mukaddes emaneti O’ndan alıp günümüze kadar getiren, O’nunla beraber 33 büyük velî, esere bilhassa alınmamıştı. ... 


Kayseri Hava Durumu
Anket
Döviz Bilgieri
Merkez Bankası Döviz Kuru
  ALIŞ   SATIŞ
USD 0   0
EURO 0   0
       
Özlü Sözler
Kibirli İnsan Övülmez
Sponsorlarımız
AKAİD-İ ÖMER NESEFİ TERCÜMESİ ve KISA AÇIKLAMASI ( ERGÜN TELİS)

AKAİD-İ ÖMER NESEFİ TERCÜMESİ ve KISA AÇIKLAMASI

( ERGÜN TELİS)

 

EHL-İ SÜNNET İTİKADI


Ehl- i Sünnet âlimlerine göre eşyanın hakikati vardır ve sabittir. Hayal mahsulü değildir. Dolayısı ile eşyanın hakikati bilinir. 


ESBAB-I İLİM


Eşyanın hakikati bilindiğine göre bunları bilmenin sebepleri vardır bu da üçtür.
1.Sağlam duyular
2.Sadık ve doğru haber
3.Akıl
Duyu organları sağlam değilse, haber doğru değilse, akıl yoksa veya noksansa veya kullanılmıyorsa sahih ilim elde edilemez. Bu durumda olanların ilmine güvenilmez.
Çünkü ona ilim denmez.


HAVASS-I HAMSE


Duyular beş tanedir
1.İşitme
2.Görme
3.Koklama

4.Tatma
5.Dokunma
Bu duyulardan her biriyle niçin yaratılmış ise ona vakıf olunur. Gözle duyulmaz, kulakla görülmez.


HABERİ SADIK-DOĞRU HABER


Haber-i sadık, doğru haber iki nev’idir.
1.Haber-i mütevatir, Doğruluğunda şüphe olmayan haberdir.
2.Haber-i Resül, Peygamberin verdiği haberdir.


HABER-İ MÜTEVATİR


Haber-i Mütevatir; yalan üzerine anlaşmaları düşünülmeyecek kadar çok olan güvenilir bir topluluğun lisanları ve rivayetleri üzere sabit olan haberdir. Geçmiş zamanlardaki sultan ve melikleri ve görmediğimiz uzak yerlerdeki beldelerin varlığını bilmek gibi, haberler haber-i mütevatirdir. Haber-i Mütevatir ile sabit olan bir haber ve bilgiyi kabul etmek zaruridir.
Böyle bir haber bizzarure ilmi-bilgiyi icap eder.


“Hristiyanların İsa aleyhisselamın çarmıha gerildiğini haber vermeleri doğru haber olarak kabul edilmez. Bu haber, haber-i mütevatir olmaz. Çünkü onların bu haberi haber-i mütevatirin şartlarına uymuyor. Zira akıl onların yalan üzerine anlaşmalarını kabul etmiyor”.

 

 

 


HABER-İ RESUL (PEYGAMBERİN VERDİĞİ HABER)

 

Haber-i Resul: Risalet ve peygamberliği mucize ile sabit olan Resulün haberidir ki böyle bir haberde ilmi istidlaliyi, bir delile dayanan ilmi kabul etmek gibi kesin bilgiyi ve kabulü etmeyi icab eder. Yani sura, kübra ve neticeden meydana gelen bir delil ile sabit ilmi icap eder ki haber-i Resul ile sabit olan bir haber, kesin olmakta ve sabit olmakta, bizzarure beş duyu ile ve haberi mütevatir ile sabit olan ilme benzer. Gözle görülmüş ve haber-i mütevatir ile duyulmuş gibi kesin kabul edilir. Yani Risalet-i mucize ile sabit olan peygamberin verdiği
haberi kabul etmek zaruridir.


Mevcudiyetleri haber-i mütevatir ile bize intikal eden uzak beldeleri inkâr edenin veya gözle görünen bir şeyi inkâr edenin veya kafanın kulaktan büyük olduğunu inkâr edenin veya ateşin olduğu yerde dumanın olmayacağını iddia edenin aklından zoru olduğunu bildiğimiz gibi, Risalet-i mucize ile sabit olan peygamberin getirdiği haberleri inkâr edenin de aklından zoru vardır. Zira aleyhissalatu vesselam efendimiz: Aklı olmayanın dini yoktur. Dini olmayanın da aklı yok hükmündedir, buyurdu. Buradaki akıldan murat, diğer canlılarda da olan akl-ı
maaş değildir. Sadece dünyasını, yeme ve içmeyi, nefsani arzularını düşünen akıl değildir. Öteleri, ötelerin ötesini ölümden de ötesini düşünebilen akıldır ki onun adı akl-ı maaddır.


RESUL-PEYGAMBER


Resul-Peygamber; Allah Sübhanehünün, ahkâmını emirlerini ve yasaklarını tebliğ etmek için insanlara gönderdiği insanların inanmaları için mucizeler gösterme yetkisine sahip kıldığı bir insandır.


MUCİZE


Mucize; Allah (c.c) tarafından peygamber olarak gönderildiğini iddia eden insandan sadır olan, İbrahim aleyhisselamın ateşte yanmaması, Musa aleyhisselamın asasıyla denizi yarması, İsa aleyhisselamın ölüleri diriltmesi, Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellemin işaretiyle ayın ikiye bölünmesi gibi peygamber olmayan insanların yapamayacakları harikulade, olağan üstü hadiseler ve hallerdir.


AKIL


Akılda ilmin sebeplerindendir:
İki kısımdır.


1.Bir şeyin tümünün parçasından büyük olduğunu bilmek gibi. Düşünmeye ihtiyaç olmadan ilk bakışta akıl ile anlaşılan ve sabit olan ilmidir ki bunu kabul etmek zaruridir.
2.Uzaktaki tüten dumanı görüp orada ateşin olduğunu veya gece bir ateş görüp orada dumanın olduğunu anlamak ve bilmek gibi bir delile dayanarak sabit olan şeyleri bilmek gibi ki bu ilm-i iktisabidir. Eseri görüp müessiri anlamak veya müessiri görüp eseri anlamak gibi sebepleri düşünerek elde edilen bir ilimdir. İster bir şeyin tümünün parçasından büyük olduğunu anlamak gibi bizzarure olsun, ister dumanı görüp ateşin olduğunu veya ateşi görüp dumanın olduğunu anlamak ve bilmek gibi iktisabi olsun akıl ile elde edilen ilmi kabul etmek lazım ve zaruridir.

 


İLHAM


İlham feyiz yoluyla kalbe gelen bir manadır. Bir düşüncedir. İlham; Ehl-i Sünnet âlimlerine göre bir şeyin sıhhatini ve doğruluğunu kesin olarak bilme sebeplerinden değildir. Kalbe gelen, itikat ile alakalı düşünce ve manalar edille-i Şer’iyyeye uygun olduğu takdirde makbul olup muhalif olduğu takdirde red olunur. İlham ile bir takım bilgiler öğrenilebilinir lakin
İlham, Şer’i ve dini bir meseleyi ispat için başkasına delil olarak gösterilmez. İlham tek başına delil olmaz.

 

ÂLEM


Âlem: Allah Sübhanehüden başka bütün mevcudatın adıdır. Varlığını ispata ne hacet kürre-i âlem ile yeter ispatına halk ettiği bir zerre bile. Ziya Paşa, Rabia-ı Adviye hazretlerine falan âlim Allah Sübhanehünün varlığını ispat için bin delil bulmuş dediklerinde demek bin tane şüphesi varmış demiştir. Âlem bütün cüzleriyle sonradan yaratılmıştır. Çünkü âlem, a’yan ve a’razdan ibarettir. A’yan bizatihi kaim olup var olabilen demektir. Bu a’yan iki kısımdır.
1. Mürekkebedir; herhangi bir cisim gibi cüzlerden ve parçalardan oluşur.
2. Gayr-i mürekkebedir; cevher gibi cüzlerden ve parçalardan oluşmaz. Cevher; parçalanmayan bir cüzdür. Araz; renkler, hareketler, tatlar ve kokular gibi bizatihi
kaim olmaz. Cisimlerde ve cevherlerde bulunur. Âlem, muhdes olduğuna, sonradan var olduğuna göre bu âlemin bir muhdisi, var eden ve yaratanı vardır. Bütün cüzleriyle sonradan var olan, a’yan ve a’razdan oluşan bu âlem-i var eden ve yaradan Allah-u Teâlâdır.


SIFAT-I İLAHİ


Allah Sübhanehü:
-Vahiddir “bir ve tekdir.”
-Kadimdir “kendisinden önce bir yokluk geçmemiştir”
-Hayydır “hayat sahibidir, diridir.”
-Kadirdir, “kuvvet ve kudret sahibidir.”
-Semiidir,” işitme gücüne sahiptir.”
-Basirdir, “görür.”
-Şaiidir,” dileme gücüne ve kuvvetine sahiptir”
-Ve müriddir,” irade sahibidir.”
Allah sübhanehü:
-Araz değildir. Bizatihi kaim olamayan başka bir şeye muhtaç olan değildir.
-Cisim değildir.

-Cevher değildir.
-Musavver değildir, “mahlûkatın sureti olduğu gibi bir suret sahibi değildir.”
-Mahdud değildir. “Hududu ve sınırı olan bir şey değildir.”
-Madud değildir. “Sayılan bir şey değildir.”
-Bir tümün parçası değildir.
-Parçalana bilen bir şey değildir.
-Parçalardan oluşan bir şey değildir.
-Sonu ve nihayeti olan bir şey değildir.
-Allah-u Teâlâ cinsiyetle erkeklik ve dişilikle vasıflanmaz,
-Allah-u Teâlâ keyfiyetle de vasıflanmaz. Sıcak, soğuk, acı, tatlı, kuru, yaş gibi.
-Allah-u Teâlâ mekândan münezzeh olup mekânla alakası yoktur.
-Allah-u Teâlâ üzerine zaman mefhumu cereyan etmez.
-Allah-u Teâlâ’ya hiçbir şey benzemez.
-Allah Teâlâ’da hiçbir şeye benzemez.

-Allah-u Teâlâ’nın ilminden, bilgisinden onun kudretinden hiçbir şey hariç kalmaz.
-Varlık âleminde onun bilgisi olmadan yaprak dahi kımıldamaz.
-Allah-u Teâlâ’nın kudretinin ve takdirinin haricinde hiçbir şey vuku bulmaz.
-Âlemde vuku bulan her şeyde Allah-u Teâlâ’nın birçok hikmeti vardır.
-Allah sübhanehü her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.
Allah subhanehünün zatıyla kaim olan ezeli sıfatları olup bu sıfatlar, zatının aynı da değildir gayrı da değildir.
Bu sıfatlar:
-İlim, “bilmek”
-Kudret, “gücü olmak”
-Hayat, “diri olmak”
-Kuvvet, “gücü olmak”
-Semi, “işitmesi olmak”
-Basar, “görmesi olmak”
-İrade, “irade sahibi olmak”
-Meşiet, “dilemesi olmak”
-Fiil, “iş yapması”
-Tahlik, “yaratması olmak”
-Terzik, “mahlûkatı rızıklandırması” ve Kelam, “Konuşma sahibi olmak.” sıfatlarıdır.


KELAM SIFATI


Allah Sübhanehü kendisine mahsus bir kelam ile konuşur. Bu kelam sıfatı Allah-u Teâlâ’nın ezeli bir sıfatı olup ses ve harf cinsinden olmamakla beraber sükût ve afete de zıt bir sıfattır. Hiç bir yönüyle insanların konuşmasına benzemez. Allah-u Teâlâ bu kelam sıfatı ile konuşur, emr eder, nehiy eder ve haber verir. Kur’an-ı kerim Allah Sübhanehünün kelamıdır. Mahlûk
değildir. Kur’an-ı Kerim Mushaflarımızda yazılıdır. Kalplerimizde mahfuzdur. Dil ve lisanlarımızla okunur. Kulaklarımızla işitilir. Fakat onlara hulul edip geçmez. Süngerin suyu
emdiği gibi sirayet etmez. Kur’an-ı-Kerim, Allah Sübhanehünün kelamıdır. Kelam sıfatı Allah (c.c)-nın sıfatı olduğundan mahlûk değildir. Allah Sübhanehünün hiçbir sıfatı mahlûk olmadığı gibi kelam sıfatı da mahlûk değildir. Ancak okurken bizden çıkan sesler, harfler ve Kur’an-ı Kerimin yazılı olduğu mushaflar, kâğıtlar mahlûktur.

 


TEKVİN SIFATI


Tekvin: Allah-u Teâlâ’nın ezeli olan yok olmayan bir sıfatıdır. Tekvin sıfatı, Allah-u Teâlâ’nın âlemi ve âlemin cüzlerinden her bir cüz’ü mevcut olduğu vakitte yaratmasıdır.
Ehl-i Sünnete göre tekvin sıfatı mükevvenden ayrıdır. Çünkü mükevven yaratılandır. Tekvin ise onu yaratmaktır.


İRADE SIFATI


İrade Allah-u Teâlâ’nın zatıyla kaim olan ezeli bir sıfatıdır. Allah-u Teâlâ murad edicidir, irade sahibidir.

 

 


RÜ’YETULLAH (CENNETTE ALLAH (c.c)-IN GÖRÜLMESİ)


Allah-u Teâlâ’nın cennette görülmesini akıl kabul eder. Görüleceğine dair, ayet ve hadislerden nakli deliller olup inanmak vaciptir. Ahiret yurdunda müminlerin Allah Sübhanehüyü göreceklerine inanmanın vacip olduğuna dair ayeti kerime ve hadis-i şeriflerden deliller varit olmuştur. Allah Sübhanehü mekândan münezzeh olarak, ön taraf, üst taraf gibi, cihat-ı sitte ile alakası olmaksızın, bir ziya ve ışığa bitişmeksizin, Allah-u Teâlâ ile gören arasında uzak, yakın bir mesafe olmaksızın beşer lisanıyla anlatılması mümkün olmayacak bir görülme ile görülecektir. Cennet ehlinin en çok haz duyacakları an, Cemal-i İlahi ile müşerref oldukları andır.


EF’AL-İ İBAD (KULLARA AİT İŞLER)


Allah Sübhanehü: İman, küfür, taat, isyan gibi kulların bütün işlerini de yaratır. Kulların bütün işleri, Allah Sübhanehünün iradesi, dilemesi, hükmü, karar vermesi, imkân vermesi ve takdir etmesiyledir. Allah (c.c)-ın izni, takdiri imkân vermesi olmadan kullar nefes dahi alamaz. Allah (c.c) güç, imkân, kuvvet ve kudret vermeden hiçbir insan hiçbir varlık hiçbir iş yapamaz. Ancak dünya imtihan ve imkân dünyasıdır. Herkes ahirette yaptığının karşılığını görecektir.


İRADE-İ CÜZ’İYYE (ALLAH TARAFINDAN İNSANLARA VERİLEN CÜZ’İ İRADE)


Bununla beraber kullar için işlerini ve amellerini seçme ve tercih etme yetkisi vardır.
Referandum veya bir seçim oylamasında dahi evet, hayır mührü basmak kişinin kendi seçimidir. Durum böyle iken bazı insanlar işlediği günahı kadere yükleyip kendilerine mazeret kapısı aramaktadırlar. Böyle yaparak işlediği günah yetmiyormuş gibi bir de o günahı haşa Allah-u Teâlâ yaptırmış Allah-u Teâlâ takdir etmişte onun için
yapmış gibi Allah-u Teâlâ’ya iftira edip onu suçluyorlar. Trafik suçu işleyen bir kimse bu benim alın yazımdı kaderimdi deyip cezadan kurtulabiliyor mu? Kırmızı ışıkta geçip geçmemek insanın iradesinde olduğu gibi hayır ve şer işlemek de insanın elindedir. Bu dünyada insan her an imtihandadır. İnsan hayır veya şer bir işi yapmaya azm eder, karar verir iradesini kullanır Allah c.c. de o işi yapmak için güç, kuvvet ve imkân verir. Allah (c.c)-nun emrine uygun bir iş yapmışsa imtihanı kazanır karşılığında sevap ve cennet elde eder. Allah (c.c)-nün emrine muhalif bir iş yapmışsa imtihanı kayb etmiş olur karşılığında günah ve ceza elde eder. Hayr-ı veya şerri, imanı veya küfrü, günahı veya sevabı murad etme, seçme, tercih etme, günah veya sevap kazanma yetkisi kulun elindedir. Hangisini isterse onu seçer. İnsan günah ve sevabı Allah (c.c) takdir ettiği için yapmaz. Allah Sübhanehü ilim-i ezelisiyle insanların neler yapacağını bildiği için takdir etmiştir. Çok basit bir misal: Ay ve Güneşin tutulacağı tutulmadan önce bilim insanları tarafından bilindiği için takvim yapraklarında yazılmaktadır. Ay ve Güneş takvim yapraklarında yazıldığı için tutulmuyor. İnsanların günahlar ve sevaplar ile alakalı kaderleri de böyledir. İnsanlar günah ve sevapları, Allah Sübhanehü tarafından yazıldığı için yapmıyorlar, insanlar bunları yapacakları için ilm-i ezelisiyle bildiği için ezelde Allah Sübhanehü tarafından yazılmıştır. İrade-i cüz’iye ile yani tercih etme, seçme iradesiyle kullar iyi işler yaparak sevap kazanırlar ve mükâfat elde
ederler. Günah olan işleri yaparak ta cezalanırlar. Kulların kendi tercih ve seçimleriyle yaptıkları işlerden iyi ve güzel olanlardan Allah-u Teâlâ razı olur. Allah-u Teâlâ kötü ve çirkin olanlardan razı olmaz. Dolayısı ile hiçbir kimse yaptığım iş benim alın yazımdır
deyip mazeret beyan edemez. Çünkü yaptığı işin seçimi kendisine aittir. Adam öldürüp ceza evine düşenlere kader kurbanı denilmesi çok hatalıdır.


İSTİTAAT MAALFİİL (BİR İBADETİ YAPABİLMEK İÇİN GÜÇ, KUVVET VE İMKÂN)


İstitaat: bir işi yapmaya güç, kuvvet ve imkân bulmaktır. İstitaat: bir iş kendisi ile olan kudretin, kuvvetin hakikatidir. Bu İstitaat ismi, sebeplerin, aletlerin, uzuvların ve imkânların salim ve uygun olmasına bağlıdır. Kula bir teklifin yapılması bu İstitaata, imkâna ve istidada o ibadeti yapa bilme gücüne ve kuvvetine dayanır. İbadeti yapmaya gücü, kuvveti ve imkânı varsa kul o ibadetle mükellef ve sorumlu olur. Bir kul, gücünün yetmeyeceği bir şeyle mükellef ve sorumlu kılınmaz. Hastaya oruç farz olmaz. Fakire zekât farz olmaz. Fakire
hac farz olmaz. Hacca gidip gelebilecek şekilde uzuvları sağlam olmayan kimseye hac farz olmaz. İma ile dahi namaz kılmaya güç yetiremeyecek derecede güç ve kuvvetten kesilmiş kimseye namaz farz olmaktan çıkar. Çünkü onda İstitaat maalfil mevcut değildir. Allah
(c.c) kullarını güç yetirmeyecekleri ibadetler ile mükellef ve sorumlu kılmaz.

 

KULLARIN YAPTIĞI İŞLERİ DE ALLAH-U TEÂLA YARATIR. ANCAK ALLAH TEÂLA HALİK KUL KASİPTİR.


Dövülen bir insanda dayağın akabindeki his edilen acı, bir insanın bir camı kırmasının akabindeki kırılma ve bunlara benzeyen her şey Allah-u Teâlâ’nın yaratmasıyladır. Yaratma yönüyle kulun bir dahli tesiri yoktur. Sadece yapma yönüyle tesiri vardır. Olur ki Allah (c.c) camın kırılmasını murad etmediyse cam kırılmaz. Acının duyulmasını murad etmediyse acı
duyulmaz. Ateşte yakma kuvvetini yaratan Allah (c.c)-dır. Allah (c.c) ateşe yakma derse ateş yakmaz. Nitekim yakma kuvvetine sahip olan ateş İbrahim aleyhisselamı yakmamıştır. Firavunu boğan su, Musa aleyhisselamı, Yunus aleyhisselamı boğmamıştır.


ECEL BİRDİR


Katil tarafından öldürülen kimse de eceliyle ölmüştür. Meyyit ile yani ölen ile kaim olan ölüm hadisesi de Allah-u Teâlâ’nın yaratmasıyladır. Ölüm hadisesini yaratma yönüyle ve kazanım yönüyle kulun bir dahlü tesiri yoktur. Yatağında ölen, bir kazada ölen, bir katil tarafından öldürülen insan eceliyle ölmüştür. Ecel birdir. Nitekim çok yüksek yerlerden düşen bazı
insanlar ölmeyebiliyor. Kuvvetli darbeye maruz kalmasına rağmen bazen camlar
kırılmayabiliyor. Bir katil ölümcül darbe vurduğu halde Allah-u Teâlâ ölümü yaratmazsa insan ölmeyebiliyor. Ölüme sebebiyet veren kimse irade-i cüz’iyesini kendi isteğiyle yanlış yerde katil olmakta kullandığı için katildir. Suçludur. Dünya ve ahirette ceza çeker.

 


HARAM DA RIZIKTIR. ANCAK BİR İNSAN HARAM YEMEK MECBURİYETİNDE DEĞİLDİR. HARAM OLAN BİR ŞEYİ YEDİĞİ VE İÇTİĞİ İÇİN CEZASI VARDIR.


Haram Allah Sübhanehü’nün yasakladığı yiyecekleri ve içecekleri yiyip içmek ve izni ve rızası olmadan başkasının malını yemektir. Rızık boğazdan aşağıya inen yiyecek ve içeceklerdir. Dolayısı ile haram yiyen rızkını yemiş olur. Haram olan rızkı yemeseydi Allah (c.c) ona ayni rızkı helalinden verecek idi. Lakin o insan Allah Sübhanehünün haram kıldığı bir şeyi yiyip içtiği için mes’ul ve günahkâr olur. Her insan helal de olsa haram da olsa kendi nefsinin rızkını, kendisine ait olan rızkı yer. Hiçbir insanın kendi rızkını yememesi düşünülemez. Aynı şekilde hiçbir insanın kendisine ait bir rızkını, bir başkasının yemesi de düşünülemez.


HİDAYET


Allah Sübhanehü hidayeti dileyen ve isteyen kimseye hidayet eder. Dalaleti ve sapıtmayı isteyen kimseyi de sapıtır. Kul: irade-i cüz’iyyesini hidayette kullanırsa, Allah-u Teâlâ ona hidayet verir. Kul: irade-i cüz’iyyesini dalalette kullanırsa, Allah-u Teâlâ onu sapıtır. Dileyen iman eder. Dileyen kâfir olur.


ASLAH LİL ABİD (KUL İÇİN FAİDELİ OLAN ŞEYLER)


Aslah lil abid; kul için faideli olan şeyler demektir. Kul için faideli olan şeyleri kuluna vermesi, her insana her istediğini vermesi Allah Teâlâ’ya vacip değildir. Aksi takdirde dünya hayatı imtihan yeri olmaktan çıkar! Dünya imtihan yeridir. Kimi insan fakirlikle, kimi de
zenginlikle, bazıları hastalıkla, bazıları sağlıkla imtihan olunur. Sıkıntılara karşı sabır edip, nimetlere karşı şükür edenlere hesabını bizim bilemeyeceğimiz kadar sevap verilir. Sabır ve şükür etmezse Allah-u Teâlâ’ya karşı nankörlük yapmış olur.


KABİR AZABI


Kâfirler için ve mü’minlerin asilerinin bazıları için(tövbesiz ölenler için) kabir azabı vardır ve haktır. Taat ve ibadet ehlinin kabirde nimetlenmesi de haktır doğrudur. Münker ve Nekir isimli meleklerin kabir sualleri de haktır doğrudur. Bunların hepsi sem’i delillerle, ayeti kerime ve hadisi şeriflerle sabittir. Kabir azabını inkâr edenler Ehl-i sünnet dışındadır.
Bid’at ehlidir.


BA’S BADEL-MEVT
Öldükten sonra dirilmek haktır ve doğrudur.

 

AMELLERİN TARTILMASI


Amellerin sevap ve günahların mizanda tartılması hak ve doğrudur. Amellerin, sevap ve günahların Kiramen Kâtibin melekleri tarafından yazılması, kıyamet günü her kese amel defterlerinin verilmesi hak ve doğrudur. Kıyamet günü herkese, amelleriyle ve dünya hayatıyla alakalı hesap sorulması hak ve doğrudur.

 


HAVZ-I KEVSER


Resulüllah sallallahü aleyhi vesellem efendimizin “havz-ı kevseri” hak ve doğrudur.


SIRAT


İnsanlardan kimilerinin üzerinden kayıp Cehenneme düşeceği, amellerine göre bir kısmının şimşek gibi bir kısmının atlı gibi, bir kısmının kuş gibi, bazılarının da sürünerek geçeceği Cehennem üzerinde uzatılmış, hesabın zor olmasından dolayı kıldan ince kılıçtan keskin
diye tarif edilen Sırat köprüsü de hak ve doğrudur. Sırattan geçenler Cennete kavuşacaklar.
Geçemeyenler Cehenneme düşecekler.

 


EBEDİ CEHENNEM KÂFİRLER İÇİNDİR


Kâfirler ebedi olarak Cehennemde kalacaklar. Zerre kadar dahi olsa azıcık imanı olanlar
Arhamurrahimin olan Allah subhanehünün dilediği kadar cezalarını çekip Cehennemden çıkacaklar, geç te olsa Cennete gireceklerdir.


CENNET VE CEHENNEM


Cennet haktır ve doğrudur. Cehennem de haktır ve doğrudur. Cennet ve Cehennem şu an her ikisi de mahlûk ve mevcutturlar. Cennet ve Cehennem he ikisi de baki ve kalıcı olup yok
olmayacakları gibi Cennet ve Cehennem ehli de yok olmayacaklar, fani olmayacaklardır.
Ehl-i iman Cennete girip orada ebedi kalacaklar. Bir daha Cennetten çıkmayacaklar.
Ehl-i küfürde Cehenneme girecek ebedi olarak bir daha oradan çıkmayacaklar. Mü’minlerden isyankâr ve günahkâr olanlar, meşiyyeti-i ilahiyeye bağlı olarak, cezalarını çektikten sonra Cennete girecekler, Cennete girdikten sonra onlarda bir daha Cennetten çıkmayacaklar orada ebedi olarak kalacaklar.


GÜNAH-I KEBAİR (BÜYÜK GÜNAHLAR)
Günah-ı kebair: büyük günahlar demek olup Hadis-i Şeriflerde sayılmıştır
-Allah sübhanehüye şirk koşmak, ortak koşmak,
-Haksız yere adam öldürmek,

-İffetli bir insana iftira ve bühtanda bulunmak,
-Zina etmek,
-Harpten kaçmak,
-Sihir ve büyü yapmak ve yaptırmak,
-Yetim malı yemek,
-Ana babaya isyan etmek,
-Faiz yemek,
-Hırsızlık yapmak,
-Şarap içmek,
-Küçükte olsa hafife alarak günahlarda ısrar etmek gibi
günahlardır.


Günah olduğunu inkâr etmeden büyük günahları işlemek, Mü’min bir kulu imandan çıkarmaz. Küfre sokmaz. Günah olduğunu inkâr etmeden günah olduğuna inandığı halde büyük günahları işleyen kâfir olmaz ona kâfir denmez. Ancak günahların günah olmadığına inanıyorsa günahları inkâr ediyorsa kâfir olur dinden çıkmış olur, böyle birine Müslüman denilmez. Allah sübhanehü kendisine şirk koşulmasının haricinde tövbe ettikleri takdirde dilediği insanlar için, büyük, küçük bütün günahları af eder. Müşrik olan bir insan bile kelime-i şahadet getirip kalple tasdik ederse Allah-u Teâlâ onu dahi af eder. Allah-u Teâlâ’nın bir kulunu küçük günahından dolayı cezalandırması, günahları helal kabul etmedikçe kulunun
büyük günahını af etmesi caiz ve mümkündür. Günahları-haramları helal kabul etmek mahzursuz saymak ise küfürdür. Küfrün ve şirkin affı yoktur. Af etmek ve cezalandırmak Allah Sübhanehünün yetkisindedir. Niçin af ettiğini, niçin cezalandırdığını biz bilemeyiz. Çünkü Allah Sübhanehünün hikmetinden sual olunmaz. Allah (c.c) nün kulları hakkında bildiklerini biz bilemeyiz.

 

 


ŞEFAAT


Büyük günah sahipleri hakkında enbiya aleyhimüsselamın ve evliya, şüheda ve ulema gibi hayırlı insanların şefaat etmeleri ayeti kerime ve hadisi şerifler ile sabittir. Şefaat ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ile sabit olduğundan şefaati inkâr etmek, ayet ve hadisleri inkâr
etmek olacağından insanı küfre götürür. Şefaat; zorda-sıkıntıda olan bir insana onu sıkıntıdan
kurtarabilecek birisinin ona yardım etmesidir ki dünyada da bu şefaat yapılmaktadır. Şefaati inkâr etmenin en hafif cezası şefaatten mahrum olmak olsa gerek. Müminlerden büyük günah işleyenler Şefaat olunacaklar ve cehennemde ebedi kalmayacaklar. Küçük günah sahipleri ise şefaate muhtaç olmadan af olunacaklar.


ŞERİATTA İMAN


Şeriatta iman, Nebi aleyhisselamın Allah-u Teâlâ’dan getirdiği şeyleri kalple tasdik edip dil ile ikrar etmektir. Kelime-i şahadet ve kelime-i tevhid bunun özetidir. Dolayısı ile Kur’an-ı Kerimin tüm ayetlerini kabul edip sadece, mesela içki veya zina veya hırsızlıkla alakalı bir
ayeti inkâr etse mü’min sayılmaz.Yarım mü’min yoktur. Hem mü’min hem kâfir de yoktur.
Bir insan ya mü’mindir yâ da kâfirdir.


AMELLER


Ameller kendi nefsinde artıp eksilir. İman ise artıp eksilmez, ziyadeleşip noksanlaşmaz.
Kuvvetli ve zayıf olur. Nuru artar. İman ve İslam kelime olarak ayrı manalar ifade ediyorsa
da ikisi de birdir. Mü’min, Müslümandır. Müslüman da mü’mindir. Bir insandan kalple tasdik dille de ikrar olduğu zaman, ben hakikaten, gerçekten mü’minim demesi doğru olup ben inşaallah mü’minim demesi uygun olmaz. Kendisinin hakikaten Mü’min olduğuna inanıp Allah isterse, dilerse mü’minim demesi uygun düşmez. Müslüman kendisini kesin Mü’min kabul etmeliimanında şüpheye düşmemeli!


SAİD VE ŞAKİ


Said olan, Mü’min olan bir kimse imanından vaz geçip şaki-kâfir olabilir. Şaki olan, kâfir olan bir kimse de küfründen vaz geçip mü’min olabilir. Mü’min bir kimse dininden dönerse mürted olur. Dinden, imandan çıkıp kâfir olur. Kâfir bir kimsede küfründen vaz geçip iman etmek suretiyle mü’min olur. Ancak bu değişiklik insan ile alakalı olan saadet ve
şekavet üzerine olup Allah (c.c.)-ın sıfatları olan “İs’ad” ve “İşka” üzerine değildir. Çünkü bu iki sıfat Allah-u Teâlâ’nın sıfatları olup Allah Sübhanehü ve onun sıfatlarında bir değişiklik olmaz. İs’ad; bir insanı mü’min yapmak. İşka: bir insanı kâfir yapmak demektir.

 
PEYGAMBERLERİN GÖNDERİLMESİ


Peygamberlerin gönderilmesinde birçok hikmet vardır. Allah Sübhanehü: müjdeleyici ve uyarıcı olarak, din ve dünya işlerinden insanların muhtaç oldukları şeyleri beyan edici olarak insanlara yine insanlardan birçok peygamberler gönderdi. Onları Peygamber olmayanların
yapamayacakları fevkalade olağan üstü mucizeler ile kuvvetlendirdi. Enbiyanın ilki Âdem aleyhisselamdır. Sonuda Muhammed sallallahü aleyhi vesellem dir. Bazı hadis-i şeriflerde peygamberlerin adet ve sayıları rivayet edildiyse de evla ve doğru olan bir sayı ile
sınırlamamaktır. Çünkü Allah Sübhanehü ayeti kerimede “Biz onların bir kısmını sana anlattık bir kısmını sana anlatmadık” buyuruyor.


Bir sayı ile sınırlandırıldığı zaman peygamber olmayanı onların içine koymaktan veya peygamber olanı onlardan çıkarmaktan emin olunmaz. Peygamberlerin hepsi Allah-u Teâlâ’dan aldıkları emirleri haber verip tebliğ ettiler. Onların hepsi sadık ve nasihat edicilerdir. Enbiyanın en faziletlisi Muhammed sallallahü aleyhi vesellemdir.


MELAİKE


Melekler Allah-u Teâlâ’nın emriyle amel eden, kullarıdır. Melekler günah işlemezler. Melekler erkeklik ve dişilikle vasıflanmazlar. Meleklerde erkeklik-dişilik yoktur. Melekler nurdan yaratılmış varlıklardır. İnsanlar ve cinler gibi üremezler. Meleklerin sayısını-adedini kimse bilemez ancak Allah (c.c) bilir.


KİTAPLAR


Allah-u Teâlâ’nın peygamberler üzerine indirdiği birçok kitapları olup emir ve yasakları cennet ve cehennemi o kitaplarda beyan etti. Bunlar yüz dört kitap olup dört tanesi büyük kitaplardır ki,


-Tevrat; Musa aleyhisselama
-Zebur; Davud aleyhisselama
-İncil; İsa aleyhisselama
-Kur’an-ı Kerim; Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi veselleme indirilmiştir.


MİRAC

 

Mirac hadisesi: ruh maalcesed olarak uyanık vaziyette iken Resulüllah sallallahü aleyhi vesellemin semavata sonra da Allah-u Teâlâ’nın dilediği yüksek yerlere kadar çıkması haktır doğrudur. Mirac hadisesinin ayet ile sabit olan Mescidi Haramdan Mescidi Aksaya kadar olan kısmını inkâr etmek küfürdür. Haberi vahid ile sabit olan kısımları inkâr edenler ehlisünnet dışı olup bid’at ehlidir, fırak-ı dalledendir.


KERAMET


Evliyanın kerameti haktır doğrudur. Peygamberden zuhur eden harikulade-olağan üstü hadiselere mucize, Peygamberin takva ehli olan velayet mertebesine ermiş ümmetinden zuhur eden harikulade-olağan üstü hadiselere keramet denilir. Evliyadan olan bir kimseden uzak bir mesafeyi az bir zamanda gitmek, İhtiyaç anında yiyecek ve giyecek gibi şeylerin zahir olması, su üzerinde yürümek, havada uçmak, hayvanlar ve cansızlar ile-cemadat ile konuşmak ve bunlara benzer şekilde adet dışı keramet zahir olup görülür. Veli bir kimseden zahir olan, görünen bu keramet, keramet sahibi evliyanın peygamberi için bir mucizedir. Çünkü keramet; Peygambere tam tabi olan kimseden peygamberine tam tabi olması sebebiyle sadır olur. Çünkü o keramet ile onun veli olduğu zahir oluyor. Bir kimse ancak dininde ve diyanetinde samimi olursa veli olur. Onun diyaneti ise Resulün-Peygamberin risaletini samimi olarak tasdik ve ikrardır.

 

 

 

 


PEYGAMBERİMİZ SALLALLAHU ALEYHİ
VESELLEMDEN SONRA EN ÜSTÜN İNSAN


Nebi aleyhisselamdan sonra insanların en faziletlisi ve üstünü: Ebubekrinissıddik, sonra Ömerülfaruk, sonra Osmanı zinnureyn, sonra Aliyyülmürteza dır. Radıyallahü anhum ecmain
Hilafette bu tertip üzeredir. Hilafet otuz senedir. Sonrası meliklik, sultanlık ve emirliktir.


İMAMET


İslami hükümleri uygulamak, had cezalarını yerine getirmek, kaleler inşa etmek, askerleri teçhizatlandırmak, sadakaları ve zekâtları toplamak, devlete karşı gelenleri, hırsızları eşkıyayı yok etmek, cum’a ve bayram namazlarını kıldırmak, insanlar arasında vuku bulan kavga ve anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak, hak sahiplerinin gösterdiği şahitleri kabul etmek, ailesi olmayan kız ve erkek çocukları evlendirmek, devletin gelirlerini adaletli şekilde dağıtmak. Bunlara benzer halkın ihtiyaçlarını karşılamak için Müslümanlara kesinlikle, şüphesiz ve muhakkak bir imam, önder ve lider lazımdır. Bu imamın açıkta olması, gizli olmaması, beklenen birisi olmaması lazımdır.

Kurayş kabilesinden ehil birisi olabilir. Kurayş kabilesinden ehil birisi varken başkası uygun
olmaz. İmamet Beni Haşime ve Ali radıyallahü anhın evladına mahsus değildir. İmamın devlet başkanının masum ve günahsız olması şart değildir. İmamın devlet başkanının zamanının en üstünü olması da şart değildir. Ancak siyaset sahibi olması, İslami hükümleri
uygulamaya, İslam diyarının hududunu muhafaza etmeye, mazlumun hakkını zalimden almaya kadir, Müslüman, erkek, hür, akıllı ve baliğ olması şarttır. İmam-devlet başkanın fasıklığı ve zulmü sebebiye imametten azil edilmez.

 

CENAZE VE NAMAZ


Her iyi ve günahkâr imamın arkasında namaz kılmak caiz olur. Her iyinin ve günahkâr Müslümanın cenaze namazı kılınır. Ashab-ı Kiram ancak hayırla yâd edilir. Başka türlü anlatılmaları yasaklanır. Nebi aleyhisselamın cennetle müjdelediği Aşere-imübeşşere için biz de cennete gireceklerine şahitlik ederiz. Hazeri ve seferi iken mestler üzerine mesh etmeyi caiz görürüz. Hurma şırasını vs. sarhoş etmiyorsa haram kılmayız. Hiçbir veli ne kadar takva olursa olsun ne kadar çok ibadet ederse etsin asla enbiyanın-Peygamberlerin dercesine ulaşamaz. Bir kul ne kadar abid olursa olsun emir ve yasaklar kendisinden sakıt olacak bir mertebeye ulaşamaz.

 

MÜSLÜMANI KÜFRE GÖTÜREN HUSUSLAR


Deliller, ayet ve hadisler zahirine haml olunur. Şeriatın hükümlerini bırakıp ehli batının iddia ettiği batiniliğe yönelmek küfre meyil etmektir. Delilleri-edille-i şer’iyyeyi red etmek küfürdür. Günahları helal kabul etmek küfüdür. Günahları hafife almak, önemsememek küfürdür. Şeriatla alay etmek küfürdür. Allah-u Teâlâ’nın rahmetinden ümid kesmek küfürdür. Allah-u Teâlâ’nın azabından emin olmak küfürdür. Falcının, kâhinin gaybden gelecekten verdiği haberleri tasdik etmek küfürdür. Şey: mevcut olana denir. Dolayısı ile yok olan, mevcut olmayana şey denmez.


 

ÖLMÜŞLERE DUA
Hayatta olanların ölüler için dua etmelerinde, ölülerden dolayı sadaka vermelerinde ölüler için büyük menfaat ve fayda vardır.

 

DUA


Allah sübhanehü yapılan duaları kabul eder, ihtiyaçları karşılar.
 

KIYAMET ALAMETLERİ


Deccal in çıkması, Dabbetülarzın çıkması, Ye’cuc ve Me’cucun çıkması, İsa aleyhisselamın semadan inmesi, Güneşin batıdan doğması gibi kıyamet alametlerinde, Nebi aleyhisselamın verdiği haberler haktır doğrudur. Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ile sabittir. Bunları inkâr Müslümanı imanından eder.

 

İCTİHAD


İçtihat: maksada ermek için bütün gücünü harcamak demektir. Müçtehit; ayet ve hadislerden doğru hüküm çıkarmak için bütün gücünü harcayan demektir. Müçtehit olabilmek için ayet ve hadislerin dalbilibaresi, dalbiddelalesi, dalbiliktizasını, dalbilişaresini, hakikat, mecaz, sarih, kinaye, has, aam, müşterek, müevvel, zahir nas, müfesser, muhkem, hafi, müşkil, mücmel,
müteşabih, sebebinüzul, sebebivürud ve hadis ilminin incelikleri gibi birçok ilme vakıf olmak icap eder. Müçtehit bazen hata eder bazen de isabet eder. Dört hak mezhep imamlarının ihtilafları ümmeti Muhammed için geniş bir rahmettir. Beşerin Resulleri (Peygamberleri) meleklerin Resullerinden faziletlidir. Meleklerin Resülleri de beşerin umumisinden faziletlidir. Beşerin umumisi ise meleklerin umumundan faziletlidir.

 

EN DOĞRUSUNU ALLAH SÜBHANEHÜ DAHA İYİ BİLİR
 

 




Okunma Sayısı: 21


18.221.40.152








DİĞER HABERLER

Başkan'ın Mesajı
Aidat Borcu Sorgulama
Köşe Yazıları
Mustafa Kanlıoğlu

Mustafa Kanlıoğlu

Mustafa Özer (özer Koç)

Ahmed ceemal El Hamevi

Prf.Dr.Serdar demirel

N.Mehmet Solmaz

Mustafa Özer (özer Koç)

Mustafa Miyasoğlu

Mustafa Ekinci

Galip Boztoprak

Şeyma Kısakürek Sönmezocak

Mustafa Kanlıoğlu

Mustafa cabat

Ebubekir Sifil

Ali Biraderoğlu

İbrahim Ulueren

Mustafa Özer (özer Koç)

Ali Biraderoğlu

Mustafa cabat

Günlük Gazeteler
Sponsorlarımız

Kayseri Eğitim ve Kültür Vakfı

© Copyright 2020  V4.1 Tüm Hakları Saklıdır. | Vakıf Sitesi


Top